Daha şunun şurasında 4 yıldır beklediğimiz temiz raporunu alalı 1 ay bile geçmeden bir anda sabahları ayağa kalktığımda sanki pamuklara basıyormuşum gibi hissetmeye başladım. Buna ilaveten aniden 1 haftada bir anda azalan ayak hislerim yüzünden bir nörolağa gittim. Psikiatri ve huzursuz ayak için verilen bazı ilaçları kesti falan filan. Fakat ilacı kesmemize rağmen hiç bir değişiklik olmadı. Bizde tekrar bu doktora gittik,ancak o doktor o gün izinliymiş. Abimle Dervişle her zamanki hastanemizdeki nörolağa gittik. Şikayetlerimizi anlattık. Kadın metastazdan şüphelendi ve hemen kontrastlı mr istendi.Gidip filmi çektirdik ve raporun çıkmasını beklemeden hem nörolağa hem onkoloğa görüntüleri verdik ve korkulan oldu. Gene kanser. 10 seans radyoterapi göreceğim. Yeni çıkan tümorlerden biri omurgaya baskı yaptığından ayaklarımı hissedemiyormuşum.
İlk kez kendimi muhtaç hissettim. 1 haftada bastonla yürümekten tek başıma hiç bir şey yapamadan, yataktan kalmak, yatağa yatmak, tuvalete gitmek, orada sürekli düşmek, kilo olunca yerden seni kaldırsın diye kapıcıyı, yan komşunuzu çağırmak, çamaşırlarınızı bile evdeki hanım giydirisin. Çok ağır geldi bunlar, çok. P.pomda hasta ördeği, Derviş'i bekliyorum ki gelip beni kaldırsın, yatağa yatırsın diye....
Ben ablamla günlere gidebiliyordum, merdivenleri inip çıkabiliyordum, kendi kendime bastonla yürüyebiliyorum derken bunları yaşamak çok ağır geldi bana... Beterin beteri varmış.
Fakat o gün öteki nörolog işe gelseydi benim ilaçlarımı değişirdi,bu nörolog ise bu yeni kanserin bulunmasına sebep oldu,işte kader...
Sonra hemen radoterapi onkoloğuna gittik. 10 seans radyoterapi verdiler, tabii hemen başlandı.
Beni götürmek öyle söylendiği gibi kolay olmuyor. Asansörle giriş katına iniyoruz ama girişten aşağı inmek için 3 kademeli merdiveni kapıcımızın yaptığı tahtadan rampalarla iniyoruz, ancak tersten indirmeleri ve 2 kişi de ben tekerlekli sandalyeden düşmeyeyim diye tutuyor. Arabaya gelince biri tekerlekli sandalyeyi kaymasın diye tutuyor, Derviş arabanın kapısını açıp beni kaldırıyor ve arabanın koltuğuna oturtuyor. Radyoterapi yerine varınca aynı işlem tekrarlanıyor.
Elleri, ayakları tutmayan biri olarak tek başına tuvalet ihtiyacını karşılamak çile. Yine 2 kişiye ihtiyaç oluyor ancak Derviş'in bütün gün beni evde beklemesi mümkün değil, çünkü ne zaman yürüme kabiliyetime kavuşacağım belli değil. Evdeki hanım beni tek başına kaldırmaya çalıştı ama ben kendime hakim olamadığından yere düşüyordum. İri kıyım yan komşumuz ki eşimin orta okuldan arkadaşı veya kapıcı beni kaldırdı. Sonuç Derviş bana tuvalete girebilen, altı delik ve altında tuvaletini otururken bile yapabileceğin bir kovası var. Daha ilk zamanlar Derviş bana bunlardan alalım dedi ama ben kendimi kötü hissederim diye aldırmadım. 3 gün sonra boyun eğmek zorunda kaldım, ablam eşortman altlarını kesti, böylece Derviş sabah ben kalkınca beni koltuğa oturtup öyle işe gidiyor, bende yerimden kalkmadan tuvalet işimi hallediyorum. Tuvaletini yapınca alttaki kovayı çıkarıp benim temizliğimi yapıyorlar ve kova yıkanıp, çamaşır sulu musluk suyu ile dezenfekte ediyorlar. Hiç istemediğim bir konu ise bu oturaklı tekerlekli sandalyede uzun süre oturmaktan bacağımın tekerlekli sandalyeye değen yer alerji yaptı. Zaten onkoloğa gitmeden idra tutamama, büyük apdest kaçırma ve tuvalet ihtiyacımı hissedemediğimden hasta bezi aldık. İlk 3-4 gün acemilikten tam randıman alamadık ama ablamın nalburdan aldığı kalın naylon ve alezler ile bez kullanmaya alıştık. Tabii öne 3-4 markadan 1 kutu alıp denedik fakat bunlar benim sinirlerimi yeteri
kadar bozdu ve son darbe 2 gündür ağzımın sol yanı hareket ettirememek şeklinde oldu.
İnternette bir sitede baktım ve hiç benim kadar çabuk his kaybı yaşayan olmamış. Hep aylardan hatta senelerden bahsediyorlar. Hepsi fizik tedavi görnüş, viz kendi onkoloğomuza sorduk, o da radyoterapinin kemiği aşırı incelttiğinden dolayı fazla zorlanmaması gerektiği, radyoterapi bittikten sonra bir süre beklemeyi ve gidişata göre fizik tedaviye başlanabileceğini söyledi. Böyle b.mbok durumda bekliyorum...
Lütfen kanser hastaları en ufak bir değişiklikte hemen, acil doktorunuza gidin. Sakın geçer diye beklemeyin
20 Aralık 2017 Çarşamba
12 Aralık 2017 Salı
Yan etki nakavt etti
Kanser tedavileri başladıktan sonra aralıksız depresyon tedavisi de görüyorum. Uyku problemlerim de başladı ve psikiatri doktoru bunun içinde ilaç verdi. Fakat uzun süredir çok nadiren olan bacaklarımı sürekli hareket etmeme neden olan bir sıkıntı yaşamaya başldım. Önce romatizma zannettim, dizlik alıp taktım. Omuzum için verilen ilaçlardan merhem ve sprey olanları dizlerime sıktım, ancak onlarda işe yaramayınca nöroloji doktoru teşhisi "huzursuz bacak sendromu". Hastalıklarımda afilli, düşük parmak, donuk omuz, huzursuz bacak.....!
Psikiatr bana bir ilaç verdi. Bu arada oraya bastonla gittim. Bu ilacı 10 gün kullandım, salak kafam prospektüse bakmamışım. 1 hafta sonra ayak tutmamakta, oturduğum yerden kalkamamakta ve tutunrak indiğim merdivenlerden inip-çıkamamaya başladım. Psikiatriye telefon açıp durumu anlatınca 1 olan dozu 1/2 içmem söylendi. Vallahi hocam ben bunu içmiycem, çünkü benim bacaklarım zaten tutmuyor, bunu içersem yatalak olurum dedim. Doktor tamam dedi.
Ya, be Allah'ın kulu, beni görüyorsun bastonla zor gidip geliyorum, bana yan etkisi bu kadar ağır olan bir ilacı niye veriyorsun? O kadar gelişme sağladıktan sonra şimdi tuvalete bile beni başkası götürüyor! Moralim yerlerde... Siz siz olun prospektüsü okumadan ilaç almayın!
Psikiatr bana bir ilaç verdi. Bu arada oraya bastonla gittim. Bu ilacı 10 gün kullandım, salak kafam prospektüse bakmamışım. 1 hafta sonra ayak tutmamakta, oturduğum yerden kalkamamakta ve tutunrak indiğim merdivenlerden inip-çıkamamaya başladım. Psikiatriye telefon açıp durumu anlatınca 1 olan dozu 1/2 içmem söylendi. Vallahi hocam ben bunu içmiycem, çünkü benim bacaklarım zaten tutmuyor, bunu içersem yatalak olurum dedim. Doktor tamam dedi.
Ya, be Allah'ın kulu, beni görüyorsun bastonla zor gidip geliyorum, bana yan etkisi bu kadar ağır olan bir ilacı niye veriyorsun? O kadar gelişme sağladıktan sonra şimdi tuvalete bile beni başkası götürüyor! Moralim yerlerde... Siz siz olun prospektüsü okumadan ilaç almayın!
5 Aralık 2017 Salı
12. yaş günümüz
60'lı notlar aldığından doğum günü kutlaması iptal edilmişti. Bizim kutlamalar öğlen ana sınıfından beri arkadaş olduğumuz grupla, akşam ablamlar, abimler, görümcemlerle aile kutlaması şeklindeydi.
Tabii doğum günü iptal dediysek çekirdek aile pasta da kesmeyecek değildik herhalde.
Okuldan geldi, bir haftadır aradığım yılbaşı ağacı süslerini bulunca İdil'le çam ağacımızı da kurduk. Akşam yemeğinden sonra fotoğraf çekeriz diye ben giyindim, beni görünce hatun durur mu? O da giyindi. Biz iş çıkışı pasta alacak Derviş'i beklerken kapı çalındı. Derviş diye kapıyı açınca ablam ve eniştem geldi. 10 dk sonra ise ellerinde rengarenk balonlarla abim ve yengem içeri girdi. En son pastayla Derviş'im geldi. Tam bir süpriz parti oldu. Kuzum çok sevindi, mutlu oldu. O mutlu olunca bizde mutlu olduk tabii. Ben bu aileyi nasıl sevmem ya?
Tabii doğum günü iptal dediysek çekirdek aile pasta da kesmeyecek değildik herhalde.
Okuldan geldi, bir haftadır aradığım yılbaşı ağacı süslerini bulunca İdil'le çam ağacımızı da kurduk. Akşam yemeğinden sonra fotoğraf çekeriz diye ben giyindim, beni görünce hatun durur mu? O da giyindi. Biz iş çıkışı pasta alacak Derviş'i beklerken kapı çalındı. Derviş diye kapıyı açınca ablam ve eniştem geldi. 10 dk sonra ise ellerinde rengarenk balonlarla abim ve yengem içeri girdi. En son pastayla Derviş'im geldi. Tam bir süpriz parti oldu. Kuzum çok sevindi, mutlu oldu. O mutlu olunca bizde mutlu olduk tabii. Ben bu aileyi nasıl sevmem ya?
4 Aralık 2017 Pazartesi
Kadınlar alışverişe doyar mı? Tüketim manyaklığı
Her kadın gibi ben de alışveriş manyağıydım.
İlkokul-Ortaokul-Lise üniforma ile geçmişti. Tek maaşla üç çocuk okutan babamın giyime bütçe ayırması mümkün değildi. Ablamın, akrabaların gönderdiği kıyafetlerle büyüdüm. Üniversiteyi çok kısıtlı bir bütçeyle, 2-3 çeşit üst ve abimin kot pantalonu ile bitirdim. 2.yılımda çalışmaya başladım, sınav zamanları izin aldım. Tabii öğrenci olunca bazen 1 ay bazen 3 ay sonra işten çıkarılırdım maaş desen bazen verirler bazen vermezler.. Tabii 3.sınıfta maaşım düzenli olunca benim alışveriş manyaklığım başladı. Sürekli kilo alıp-verince kıyafetler birikmeye başladı. Üzerime olmayanlar başkalarına veriliyor, yenileri alınıyordu. Bekarken 69 kg iken mini etekler, elbiseler alındı. 1 yıllık evliyken 78 kg ile başlayan kanser 5 yıl sonra 88 kg ile sonlandı. Hamile kaldığımda tüp bebek tedavilerinden hatıra 106 kg idim. Hamileliğim 11 kg ile sonuçlandı. Ve ürkütücü finali tiroid kanseri tedavisinden 120 kg ile yaptım. Son kanserde kullanılan 4 yıllık kemoterapi, halaven, xeloda vs ile 78 kg'ya döndüm. Kemoterapiler bitince 83'e geldim.
Eski zamanlarda tombikler için kıyafetler ya gri ya siyahtı. Nefret ettim. Modeller yaşlı işi, renksiz. Bu sefer 120 kg kıyafetler verildi. Benim düsturum 2 yıl içinde giymediysem o kıyafeti veririm. Bu sayede yenilere yer açarım. İhtiyaç sahibi olan 2-3 tanıdığa ayrılır kıyafetler. Zamanla tombikler için daha modern ve renkli kıyafetler çıktı. Benim en çok aldığım marka Bo.nprix. İnternet sitesi var, bedenin neyse o bedeni alabiliyorsun. 50 bedene kadar var. Hatta bazen 54 beden. İlaçlardan zayıfladığım için daha fazla seçeneğim oldu. Bu marka biraz pahalı ama her yerde bulamayacağın şeyler var. Askeri parkalar, pullu kıyafetler, şahane kotlar var mesela. Tek eksisi siparişlerin 2 hafta sonra eline geçmesi. Siparişi verirken dikkat edin bazen stokta var yazmasına rağmen tükenmiş olabiliyor. Çok nadirde olsa rastladığım oldu. Birde yerli malı l.c.w var. O markanın ürünleri çok daha hesaplı. T-shirtleri senelerce giyebilirsin, sadece pantolonları beğenmiyorum, biz tombiklerin iç bacak kısmı sürtündüğünden ertesi sezon kullanılamıyor. Bu arada yazın etnik giyinmekten hoşlandığımdan ve etnik tarzın internet satışları başladığından oralara da epey para gömdüm. Son gardrop yenilemesi 3 büyük çöp torbası dolu oldu. Zayıfladıktan sonra daralttığım pantalonlar , eşortman altları vs gitti. Almaktan bıktım mı peki? Evet. Bir süre sonra mar.kafoni, tre.ndyola bakmaz oldum. B.onprix ve l.c.w arada bakılan yerler oldu. Görüp beğendiğim bir şey olduğunda kendi kendime
"benim buna gerçekten ihtiyacım var mı?"
"bunu almazsam bir şey kaybeder miyim?"
"bu ürünü başka yerde bulabilir miyim?"
"buna benzeyen bir şeyim var mı?"
sorularını sormaya başladım. Bu sorulardan en az ikisine evet diyorsam o ürünü alıyorum.
Önceden 10-20 tl lik ayakkabılar alırdım sonra baktım portmantoda 1 sezon giyilmiş, 2.sezona giyelemeyecek tonla ayakkabı var. Birde bekarken yani 20 senelik Cater.pillar botum var hala taş gibi. O zaman "ucuz mal alacak kadar zengin değilim" düsturunu edindim. 1 kez alıp , iyisini alıp senelerce giymeye başladım. Ancak ayakkabı ve çantaya marka diye aşırı para vermeye kesinlikle karşıyım. Her şeyin bir ederi var ama 300-500 tl ne bir ayakkabıya ne çantaya vermem.
Bu alışveriş manyaklığımda tabii takılarda yer aldı. Benim altın ve gümüş dışındaki metallere, aparatlara allerjim olduğundan üniversiteden beri gümüş takı alırım. Son yıllarda yarı değerli taşlara sardım. Mercan, lapis lazuli, sedef, sitrin,turkuaz, kök zümrüt, kehribar,kök yakut, ametist ne kadar renk taş varsa onlardan dizerek bayağı bir takı yaptım. Altınım hiç olmadı, zaten de sevmem. Ama halen gümüş alışverişine doyamıyorum desem, eminim beni anlarsınız.
Benim gençliğimde ürün çeşidi denen şey yoktu. 2 çeşit spor ayakkabı vardı. Orta direk yani biz mekap giyerdik, zenginse kaçak puma giyerdi. Dolayısı ile kimse kimseyi kıskanmazdı. Ben evlenirken-1999- paşabahçede 2 çeşit yemek takımı vardı. O dönemde evlenenlere gidip bakın ya 1 çeşit ya da diğer çeşit yemek takımı bulursunuz. Şimdi ise her ürünün ucuzu, normali ve pahalısı mevcut. Kesene göre seç, beğen al. Peki iyi mi bu çeşitlilik? Kendini bilirsen iyi. Ancak -mış gibi- hayatların yaşandığı ins.tagram, face.book hayatları tüketim manyaklığını feci şekilde körüklüyor.
Her resmin altında
"halı nerden, dolap nerden, aksesuar nerden" diye soru yağmuru oluyor. SANA NE. Lazımsa araştır,bul, al.
Bir bakıyorum millet SUNUM MANYAĞI olmuş, binlerce çeşit supla, kavanoz, tabak vs var. Herkeste toz pembe, beyaz, mint renk aksesuar, pembe kettlelar, pembe tost makinaları. Ucuz mu? Hayır, diğer renklere göre bunlar pahalı. O zaman ne gerek var? 2-3 sene sonra onlarda unutulacak.
Bu konuda böyle artistik konuşan ben , balkon süsü, yel değirmeni diye kafayı yedim.
E, o kadar kusur kadı kızında da olur.
İyi alışverişler , akıllı tüketimler hepimize.
İlkokul-Ortaokul-Lise üniforma ile geçmişti. Tek maaşla üç çocuk okutan babamın giyime bütçe ayırması mümkün değildi. Ablamın, akrabaların gönderdiği kıyafetlerle büyüdüm. Üniversiteyi çok kısıtlı bir bütçeyle, 2-3 çeşit üst ve abimin kot pantalonu ile bitirdim. 2.yılımda çalışmaya başladım, sınav zamanları izin aldım. Tabii öğrenci olunca bazen 1 ay bazen 3 ay sonra işten çıkarılırdım maaş desen bazen verirler bazen vermezler.. Tabii 3.sınıfta maaşım düzenli olunca benim alışveriş manyaklığım başladı. Sürekli kilo alıp-verince kıyafetler birikmeye başladı. Üzerime olmayanlar başkalarına veriliyor, yenileri alınıyordu. Bekarken 69 kg iken mini etekler, elbiseler alındı. 1 yıllık evliyken 78 kg ile başlayan kanser 5 yıl sonra 88 kg ile sonlandı. Hamile kaldığımda tüp bebek tedavilerinden hatıra 106 kg idim. Hamileliğim 11 kg ile sonuçlandı. Ve ürkütücü finali tiroid kanseri tedavisinden 120 kg ile yaptım. Son kanserde kullanılan 4 yıllık kemoterapi, halaven, xeloda vs ile 78 kg'ya döndüm. Kemoterapiler bitince 83'e geldim.
Eski zamanlarda tombikler için kıyafetler ya gri ya siyahtı. Nefret ettim. Modeller yaşlı işi, renksiz. Bu sefer 120 kg kıyafetler verildi. Benim düsturum 2 yıl içinde giymediysem o kıyafeti veririm. Bu sayede yenilere yer açarım. İhtiyaç sahibi olan 2-3 tanıdığa ayrılır kıyafetler. Zamanla tombikler için daha modern ve renkli kıyafetler çıktı. Benim en çok aldığım marka Bo.nprix. İnternet sitesi var, bedenin neyse o bedeni alabiliyorsun. 50 bedene kadar var. Hatta bazen 54 beden. İlaçlardan zayıfladığım için daha fazla seçeneğim oldu. Bu marka biraz pahalı ama her yerde bulamayacağın şeyler var. Askeri parkalar, pullu kıyafetler, şahane kotlar var mesela. Tek eksisi siparişlerin 2 hafta sonra eline geçmesi. Siparişi verirken dikkat edin bazen stokta var yazmasına rağmen tükenmiş olabiliyor. Çok nadirde olsa rastladığım oldu. Birde yerli malı l.c.w var. O markanın ürünleri çok daha hesaplı. T-shirtleri senelerce giyebilirsin, sadece pantolonları beğenmiyorum, biz tombiklerin iç bacak kısmı sürtündüğünden ertesi sezon kullanılamıyor. Bu arada yazın etnik giyinmekten hoşlandığımdan ve etnik tarzın internet satışları başladığından oralara da epey para gömdüm. Son gardrop yenilemesi 3 büyük çöp torbası dolu oldu. Zayıfladıktan sonra daralttığım pantalonlar , eşortman altları vs gitti. Almaktan bıktım mı peki? Evet. Bir süre sonra mar.kafoni, tre.ndyola bakmaz oldum. B.onprix ve l.c.w arada bakılan yerler oldu. Görüp beğendiğim bir şey olduğunda kendi kendime
"benim buna gerçekten ihtiyacım var mı?"
"bunu almazsam bir şey kaybeder miyim?"
"bu ürünü başka yerde bulabilir miyim?"
"buna benzeyen bir şeyim var mı?"
sorularını sormaya başladım. Bu sorulardan en az ikisine evet diyorsam o ürünü alıyorum.
Önceden 10-20 tl lik ayakkabılar alırdım sonra baktım portmantoda 1 sezon giyilmiş, 2.sezona giyelemeyecek tonla ayakkabı var. Birde bekarken yani 20 senelik Cater.pillar botum var hala taş gibi. O zaman "ucuz mal alacak kadar zengin değilim" düsturunu edindim. 1 kez alıp , iyisini alıp senelerce giymeye başladım. Ancak ayakkabı ve çantaya marka diye aşırı para vermeye kesinlikle karşıyım. Her şeyin bir ederi var ama 300-500 tl ne bir ayakkabıya ne çantaya vermem.
Bu alışveriş manyaklığımda tabii takılarda yer aldı. Benim altın ve gümüş dışındaki metallere, aparatlara allerjim olduğundan üniversiteden beri gümüş takı alırım. Son yıllarda yarı değerli taşlara sardım. Mercan, lapis lazuli, sedef, sitrin,turkuaz, kök zümrüt, kehribar,kök yakut, ametist ne kadar renk taş varsa onlardan dizerek bayağı bir takı yaptım. Altınım hiç olmadı, zaten de sevmem. Ama halen gümüş alışverişine doyamıyorum desem, eminim beni anlarsınız.
Benim gençliğimde ürün çeşidi denen şey yoktu. 2 çeşit spor ayakkabı vardı. Orta direk yani biz mekap giyerdik, zenginse kaçak puma giyerdi. Dolayısı ile kimse kimseyi kıskanmazdı. Ben evlenirken-1999- paşabahçede 2 çeşit yemek takımı vardı. O dönemde evlenenlere gidip bakın ya 1 çeşit ya da diğer çeşit yemek takımı bulursunuz. Şimdi ise her ürünün ucuzu, normali ve pahalısı mevcut. Kesene göre seç, beğen al. Peki iyi mi bu çeşitlilik? Kendini bilirsen iyi. Ancak -mış gibi- hayatların yaşandığı ins.tagram, face.book hayatları tüketim manyaklığını feci şekilde körüklüyor.
Her resmin altında
"halı nerden, dolap nerden, aksesuar nerden" diye soru yağmuru oluyor. SANA NE. Lazımsa araştır,bul, al.
Bir bakıyorum millet SUNUM MANYAĞI olmuş, binlerce çeşit supla, kavanoz, tabak vs var. Herkeste toz pembe, beyaz, mint renk aksesuar, pembe kettlelar, pembe tost makinaları. Ucuz mu? Hayır, diğer renklere göre bunlar pahalı. O zaman ne gerek var? 2-3 sene sonra onlarda unutulacak.
Bu konuda böyle artistik konuşan ben , balkon süsü, yel değirmeni diye kafayı yedim.
E, o kadar kusur kadı kızında da olur.
İyi alışverişler , akıllı tüketimler hepimize.
27 Kasım 2017 Pazartesi
Hızma tecrübesi, özel ders sorunsalı ve okul hakkında düşünceler
Efendim, selamlar herkese.
Bayağıdır hızma takmak istiyordum. Hatta deliksiz hızma bile aldım ancak bu hastalıkta sürekli burun akıntım olduğundan hiç burnumda durmadı. Sonunda bir gün burnumu deldirmeğe karar verdim. Ablamla gittik ve benim burnumu delip top gibi bir hızma geçirdiler. Fakat benim burnumun akıntısı hiç bitmediğinden daha ilk gün kaybettim. Allahtan halka hızmalar da almıştım. Fakat bizim parmaklar büyük olduğundan ben takamadım, sağolsun İdoş yardım etti. Halkanın iki ucunu birbirinin içine soktu. Minik ellerini yerim, gerçi artık çok ta minik değil kıızum.
Hızma taktırmaya niyetlenenler için pratik bilgiler
İlk deliniş anında acıyor ama ilerleyen saatlerde acısı geçiyr. 3 gün bepanten ya da terramicin sürmeniz gerekiyor.
Delinen bölge kıkırdak olduğundan 1 gün bile takmazsanız kapanıyor.
Eliniz takılıp burnunuzu yırtabilir misiniz diye merak etmeyin, bir problem yaşanmıyor.
Evdekiler bu yaşta ne hızması diye eleştirdiler ama ben sevdim.
Bu arada bir önceki post'un konuk yazarının ergenlik durumlarına;
Büyüklerin dediği gibi "Eleştirdiğin şeyi yaşamadan ölmezsin"
Ben son zamanlara kadar özel ders aldırmaya karşıydım, ders aldıranları anlamazdım. Ne oldu?
İdile matematikten ders aldırıyorum. Nedeni ise okuduğu, çalıştığı konudan 2 dk sonra farklı sayılarla sorduğunuzda boş boş bakıyordu, hafıza problemi vardı ama you.tube'daki o salak sepet videoları gayet iyi hatırlıyordu. Bizde Derviş'le konuştuk ve temeli iyi olsun diye özel ders aldırmaya karar verdik. Arkadaşlarımdan birinin çocuklarına da gelen genç bir arkadaş ile anlaştık ve pazar günleri 2 saat ders almaya başladı. Adam ne kadar bizim hatuna "odaklan, başka şey düşünme" dese de bizimki hocasına sınıfta olanlar, kuşlar ve yaptıkları, y.tube videoları gibi alakasız konulardan vıdı vıdı ediyordu. Ders almasına rağmen, hem de özel hocası bir gün önce ders yaptıkları, çalıştıkları halde sınavdan 63 alınca bendeki sigorta attı. Yanıma gelip hazırda bekleyen inci göz yaşları ile ağladı. Vakti yetmemiş, 4 soruyu boş bırakmış. Benim dediğimi yapmışmş. Ben ona önce bildiği soruları yapmasını sonra bilemediği soruları yapmaya çalışmasını söylemiştim. Bu yüzden 4 soruyu bırakmışmış.
Sonuç anneannenin şiddetli itirazlarına rağmen doğum günü partisi iptal edildi.
Üzüldü mü? Yoo, "ben tahmin etmiştim, sen yapmasan babam iptal ederdi" dedi ve yy.tube yasağını delmek için hain planlar kıurup uygulamaya başladı. Hey Rabbim, Kahrol Y.tube!!
Peki okul hakkında zottiğin düşünceleri ne?
Bir gün okuldan homur homur söylenerek geldi.
"Ne oldu kızım?"
"Bıktım bu okuldan. bütün okullara C4 patlayıcı koyacağım. Bütün okulları yıkacağım. Tüm öğrenciler bana teşekkür edecek. Sabah istedikleri saatte kalkarlar, istedikleri kadar tablette oynarlar"
Son üç kağıtçılığını da anlatmazsam olmaz. Uzun süredir hastalığım nedeniyle bize gelmeyen dayım ve yengem geldi ve İdil'i görünce dayım sağolsun İdil'e para verdi. 2 gün sonra şimdiki yardımcımız bana İdil'in parayı okula götürdüğünü söyledi. Ondan öğrendiğini söylememek için dün "Kuzum yarın günüm var, o parayı bana versene" dedim. Yarım saat odasından çıkmadı. Sonra geldi "Annecim bir şey söyleyeceğim ama bana kızmayacağına söz ver" dedi. "Söyle bakalım ama doğru söyle lütfen" dedim. "Suriyelilere bağış yaptım." demez mi! "Neoooüüüü" diye höngürdedim, "s.kyım Suriyelilere! Onların bize ne faydası var? Hem parayı onlara verecekleri ne malum? Belki de kendi ceplerine atabilir" dedim. "Tamam doğru söyleyeceğim, ıvır zıvır aldım, kırtasiyeden şunu bunu aldım, 30 tl arttı, Suriyelilere para vermedim"
Ne diyeyim? Ne yapayım ben bu kızı a dostlar.
Bayağıdır hızma takmak istiyordum. Hatta deliksiz hızma bile aldım ancak bu hastalıkta sürekli burun akıntım olduğundan hiç burnumda durmadı. Sonunda bir gün burnumu deldirmeğe karar verdim. Ablamla gittik ve benim burnumu delip top gibi bir hızma geçirdiler. Fakat benim burnumun akıntısı hiç bitmediğinden daha ilk gün kaybettim. Allahtan halka hızmalar da almıştım. Fakat bizim parmaklar büyük olduğundan ben takamadım, sağolsun İdoş yardım etti. Halkanın iki ucunu birbirinin içine soktu. Minik ellerini yerim, gerçi artık çok ta minik değil kıızum.
Hızma taktırmaya niyetlenenler için pratik bilgiler
İlk deliniş anında acıyor ama ilerleyen saatlerde acısı geçiyr. 3 gün bepanten ya da terramicin sürmeniz gerekiyor.
Delinen bölge kıkırdak olduğundan 1 gün bile takmazsanız kapanıyor.
Eliniz takılıp burnunuzu yırtabilir misiniz diye merak etmeyin, bir problem yaşanmıyor.
Evdekiler bu yaşta ne hızması diye eleştirdiler ama ben sevdim.
Bu arada bir önceki post'un konuk yazarının ergenlik durumlarına;
Büyüklerin dediği gibi "Eleştirdiğin şeyi yaşamadan ölmezsin"
Ben son zamanlara kadar özel ders aldırmaya karşıydım, ders aldıranları anlamazdım. Ne oldu?
İdile matematikten ders aldırıyorum. Nedeni ise okuduğu, çalıştığı konudan 2 dk sonra farklı sayılarla sorduğunuzda boş boş bakıyordu, hafıza problemi vardı ama you.tube'daki o salak sepet videoları gayet iyi hatırlıyordu. Bizde Derviş'le konuştuk ve temeli iyi olsun diye özel ders aldırmaya karar verdik. Arkadaşlarımdan birinin çocuklarına da gelen genç bir arkadaş ile anlaştık ve pazar günleri 2 saat ders almaya başladı. Adam ne kadar bizim hatuna "odaklan, başka şey düşünme" dese de bizimki hocasına sınıfta olanlar, kuşlar ve yaptıkları, y.tube videoları gibi alakasız konulardan vıdı vıdı ediyordu. Ders almasına rağmen, hem de özel hocası bir gün önce ders yaptıkları, çalıştıkları halde sınavdan 63 alınca bendeki sigorta attı. Yanıma gelip hazırda bekleyen inci göz yaşları ile ağladı. Vakti yetmemiş, 4 soruyu boş bırakmış. Benim dediğimi yapmışmş. Ben ona önce bildiği soruları yapmasını sonra bilemediği soruları yapmaya çalışmasını söylemiştim. Bu yüzden 4 soruyu bırakmışmış.
Sonuç anneannenin şiddetli itirazlarına rağmen doğum günü partisi iptal edildi.
Üzüldü mü? Yoo, "ben tahmin etmiştim, sen yapmasan babam iptal ederdi" dedi ve yy.tube yasağını delmek için hain planlar kıurup uygulamaya başladı. Hey Rabbim, Kahrol Y.tube!!
Peki okul hakkında zottiğin düşünceleri ne?
Bir gün okuldan homur homur söylenerek geldi.
"Ne oldu kızım?"
"Bıktım bu okuldan. bütün okullara C4 patlayıcı koyacağım. Bütün okulları yıkacağım. Tüm öğrenciler bana teşekkür edecek. Sabah istedikleri saatte kalkarlar, istedikleri kadar tablette oynarlar"
Son üç kağıtçılığını da anlatmazsam olmaz. Uzun süredir hastalığım nedeniyle bize gelmeyen dayım ve yengem geldi ve İdil'i görünce dayım sağolsun İdil'e para verdi. 2 gün sonra şimdiki yardımcımız bana İdil'in parayı okula götürdüğünü söyledi. Ondan öğrendiğini söylememek için dün "Kuzum yarın günüm var, o parayı bana versene" dedim. Yarım saat odasından çıkmadı. Sonra geldi "Annecim bir şey söyleyeceğim ama bana kızmayacağına söz ver" dedi. "Söyle bakalım ama doğru söyle lütfen" dedim. "Suriyelilere bağış yaptım." demez mi! "Neoooüüüü" diye höngürdedim, "s.kyım Suriyelilere! Onların bize ne faydası var? Hem parayı onlara verecekleri ne malum? Belki de kendi ceplerine atabilir" dedim. "Tamam doğru söyleyeceğim, ıvır zıvır aldım, kırtasiyeden şunu bunu aldım, 30 tl arttı, Suriyelilere para vermedim"
Ne diyeyim? Ne yapayım ben bu kızı a dostlar.
18 Kasım 2017 Cumartesi
1 ay içinde olanlar Selam ben İdil o meşhur İdil.Şimdi 1 ay içinde olanlar
1.zühtü,limon öldü
2.yeni duman adında kuşumuz geldi
Eh malum okula gidiyorum falan önce zühtünün ölümü kısaca özet geçicem.Okuldan geldim'Anne zühtü nerde?'annemin omzunda uyuyordu işte 2 saat sonra mefta oldu.2 gün sonra limon eve geldim bir baktım yerde limonun soğuk ve cansız cesedi ağlamadım ama neyse o kadar derine inmiycem
16 Ekim 2017 Pazartesi
Yeni haberler
Uzun zaman olmuş, bu 2. uzun aralığımız. Bu arada neler oldu? Fazla bir şey yok aslında.
2-3 senedir bizim muhabet kuşumuz yanlız kaldı diye ablam meleğimin kuşunu da bizim evde misafir etmiştik. Minik hanım 11 yaşındaydı, daha o sabah ablam geldiğinde kahve içerken bizim Zühtü ile kahve yanı suyunda banyo yaptılar, uçtular hiç bir sorun yok gibiydi. Hafta sonu görümcemler gelmişti. Görümcemin eşi "Bu kuş hasta" dedi, çok kabarıyormuş. Bu kabarma işini hep yaptığından üstünde durmadık. Sonra ablam meleğim gelince Minik'le öpüşüp koklaştılar. Ablam mutfağa gidince bir an Minik'i yerde yatar gördüm. Hemen ablama seslendim, baktık, ölmüştü ama daha sıcaktı. Sonra İdoş okuldan geldi, o da veda etti Minik'e ve kapıcımıza arka bahçeye gömmesi için teslim ettik. Ertesi gün Derviş'im yeni bir hatun kuş getirdi. Acaba alışırlar mı, birbirlerini severler mi derken işte sonuç;
Serseri nasıl yaptıysa kafesten firar edip evi tanıdı, en sonunda Zühtü ile aynı kafesi paylaştılar. Ortalık süt liman, İdil çok mutlu, bizde öyle.. Hoşgeldin Limon.
2-3 senedir bizim muhabet kuşumuz yanlız kaldı diye ablam meleğimin kuşunu da bizim evde misafir etmiştik. Minik hanım 11 yaşındaydı, daha o sabah ablam geldiğinde kahve içerken bizim Zühtü ile kahve yanı suyunda banyo yaptılar, uçtular hiç bir sorun yok gibiydi. Hafta sonu görümcemler gelmişti. Görümcemin eşi "Bu kuş hasta" dedi, çok kabarıyormuş. Bu kabarma işini hep yaptığından üstünde durmadık. Sonra ablam meleğim gelince Minik'le öpüşüp koklaştılar. Ablam mutfağa gidince bir an Minik'i yerde yatar gördüm. Hemen ablama seslendim, baktık, ölmüştü ama daha sıcaktı. Sonra İdoş okuldan geldi, o da veda etti Minik'e ve kapıcımıza arka bahçeye gömmesi için teslim ettik. Ertesi gün Derviş'im yeni bir hatun kuş getirdi. Acaba alışırlar mı, birbirlerini severler mi derken işte sonuç;
Serseri nasıl yaptıysa kafesten firar edip evi tanıdı, en sonunda Zühtü ile aynı kafesi paylaştılar. Ortalık süt liman, İdil çok mutlu, bizde öyle.. Hoşgeldin Limon.
8 Eylül 2017 Cuma
Ön-ergen adamı yay gibi geren
Efendimm, bizim zamanımızda biz ergenlik bilmezdik, kimse de bilmezdi. Sıkıysa annene karşı gel, itiraz et. Annem beş kardeşi verirdi, terlik falan kullanmazdı. Elinin beş parmağıyla okşardı. Bir şey söylerse "1 dk" diyemezdin, "1 dakika yoook, gülyüz deyince- ablam, ayşen deyince son hece bitmeden yanımda biteceksimiz" derdi.
Ablam da ben de ilkokula başlayınca bütün bulaşık işini dönüşümlü yapmaya başladık. Makina falan nerdeee?
Evin tüm temizliği bize aitti. Annem sadece çamaşır ve yemeği yapardı, bize yemek dışında herşeyi öğretti. Bir de manyak titizdi, 4 bezle 2 ayrı kova ile cam silinirdi. Çerçeveler ayrı kovadaki suıyla, iç camın kovası ayrı, önce içten ayrı bezle silinir, dıştan ayrı bezle silinirdi, iç cam bezini dış cama süremezdin. Dış cam da aynı böyle her camda su değiştirilirdi. İlk taşındığımız zaman tüm odalar marley denen bir yer kaplaması ile döşeliydi. Banyo ise eski taşlarla döşeliydi. Bu marleyleri o zaman cif benzeri "vim" diye bir temizlik maddesi ile metal bulaşık teliyle temizlenirdi. Bu vim sıvı değil, pütürlü bir şeydi. Habire "vim"le tellenirdi. Banyo ise arap sabunu ile plastik sert ince kıllı fırçayla temizlenirdi.
Ablamı sabah temizlik yapsın diye öğlenci yazdırırdı. O zaman pimapen diye bir şey yoktu, tahta pencereler vardı. Bu pencerelerin arasında ince bir aralık vardı ve bu aralığa bezin ucunu kıvırıp öyle temizletirdi. Biz cam silerken o da içerden " püf püf" diye sesli sesli üflerdi.
O zaman perde olarak jaluzi denen şimdinin stor perdesine benzer, plastik sert şerit şerit bir perde vardı. O jaluzelerin başı ve sonundan delinmiş, aradan perdeyi açan-kapayan ve kaldırıp-indiren iki ip vardı. O iplerin arasını sildik mi diye parmağını sürerdi.
Çalışmaya başladığım zaman kadın tutup bu mütena görevi devrettim. Fakat bizim hatun kadınları çıldırtıp kaçırttı. Yaşlanınca bu titizlik o kadar sert olmadığından kadınları kaçırtmadı.
Böyle bir annenin kızı olarak temizlikten nefret ettim.
Başak burcu gibi gıcık bir burcun insanı olarak her şeyin yerinde olması, yerinde olmayan şeyi derhal kaldırılıp yerine konması gibi isteklerim var. Tabii istekler-gerçekler zıt oldu.
Mesela plastik kapaklı kutular aldım.. Barbie evi kutusu ayrı, Barbie mobilyaları kutusu ayrı, Barbie bebeklerin kutusu ayrı, bebek elbiseleri kutusu ayrı, bebeklerin ayakkabı-çanta kutusu ayrı, Monster High bebekleri ayrı kutuda, elbise- ayakkabıları ayrı kutuda çünü Monster High bebeklerinin vücut ve ayakları Barbie'lerden daha farklı ölçülerde, dolayısı ile onun kıyafet /ayakkabısı öbürüne olmuyor.
Kitaplar serisine göre sıralı olmalı. Kıyafetler temizse katlanıp dolaba konmalı. Diyeceksiniz ki "sen annenden daha manyaksın". Evet manyağım ama bu işleri bizim İdil yapar mı? ASLAAA.
Periyodik aralıklarla o kutular açılır, her seferinde karman çorman karışmıştır. Kutuları tekrar toplarız. Biz 30 parça koyduysak kutuya, İdoş yarı oynar yarı toplar belki 2-3 eşya atardı kutuya.
Tabii doğduğundan beri evde yatılı kadın var. Emekli olana dek 5.5 yıl bakıcısı vardı, sonraki 1 yıl ben evdeydim. Sonra kanser geldi ve anne neredeyse yatalak olunca gene 2-3 senedir evde yatılı yardımcı var. İlk bakıcısı ben işe başladığımdan 2.5 aylıktan 5.5 yaşına kadar gündüz full ona baktığından İdoş hanımı bebek gibi pohpohladı, yemeğini o yedirdi, her şeyi bakıcı topladı, kaldırdı. Hala hafta da bir gün geldiğinde İdoş'u yediriyor. Diyorum ki "Ya, mümkün olsaydı kızın yerine sen tuvalete gidersin kız yorulmasın diye"
Ablam da diyor ki "Kızım, çocuk doğduğundan beri evde yardımcı var, arkasını o topluyor. Şimdi ki hanım da İdil'in totosunu kaldırmadığından sabrı kalmayıp kendi topluyor.
Kızım yay burcu, kurallardan KAT'İ surette hoşlanmıyor, morali okyanus dalgası modelinde, saniyesinde metrelerce yükseliyor, saniyesinde yerle yeksan oluyor. Babaannesi gibi anında gözyaşları döke döke ağlıyor. Bir şey istediğimizde "1 dk" diyor, 10 dk oluyor hatun yerinden kalkmıyor, "hadi hadi" diye diye içim çıkıyor. Tatilde diye Barbie evini salona kurmasına izin verdim ve en az 2 hafta yerinden kaldırmadan beklettim.
"Hadi toplayalım" dedim, yine kutular boşaltı, ayrıldı, kutulara kondu. Yaşına göre küçük kalan oyuncaklar ihtiyaç sahibi 3 çocuğa yollandı. 2-3 gün sonra Barbie evi bu sefer LPS Miniş evi oldu, salon gene doldu. Sonra "hadi topla" denince toplanıp çalışma masasının üstüne yayıldı. "Kızım okul başlayacak kaldır bu oyuncakları" dememe rağmen hala odada. Kitaplar gardrobun üstünde, yatarken okuyormuş, sonra yatağın yanındaki gardrobun tepesine konuyormuş, yere mi atsaymış yani?
Kurallar ise her daim delinme için potansiyel. Misal, tablet vs günde 2 saat mi dedik, 2 saat bitiyor, bu sefer telefon alınıyor, niye alıyorsun dediğimizde " siz tablete 2 saat dediniz, bu telefon, tablet değil ki" diyor. Telefonu yasak desen her seferinde telefonu saklayarak oynuyor, o yüzden saklamasın diye telefonu da süreli yapıyoruz, bu sefer telefonunun şarşı hep bitik oluyor. Telefon bitiyor mp4 çalar açılıyor, orada yüklediği youtube videolarını izliyor. Yani her yasak itina ile deliniyor.
Okul başında her gün 1.5 saat mola, sonra işlediği dersin tekrarı, sonra test çözme vs. Daha bu plana hiç uyulmadı. Bahaneleri "bugün ders işlemedik, hoca gelmedi, hoca geç geldi, hoca sınavın hangi konulardan olduğunu söylemedi, test çözerken ise bu Morpa testleri bizim konulara uymuyor". Morpa diyelim o derste 10 konu başlığıyla 80 adet testi - bütün yıl için- sadece 2-3 konu başlığında çözdüğü 15-20 test çözüp bak çözdüm diyor. Morpada testler bir sayfada yapılanlar var, tarihe göre sıralanınca yapmadığı tonlarca test çözülmemiş oluyor. Yani her tür kaçamak için itina ile çalışılıyor.
Diyeceksiniz ki bu kadar ders olur mu? Tüm ödevleri okulda teneffüslerde yapıyor. Tekrar yaptım diyor toplam 1 yıllık defter toplam 10-15 sayfa olur mu? Devlet okulu olduğundan sınıflar 50-60 kişi arası, tabii öğretmen her biri ile tek tek uğraşamıyor. Öğrenci eğer okumaya niyetli ise görüyoruz ta ücra köşede yaşayan çocuklar tam puan alıyor, bizim pohpohlanan çocuklar fısss.
Sürekli konuşuyoruz, anlatıyoruz, örnekler veriyoruz ama tabii bizim ön ergen bunları hiç kaale almıyor. "Üniversite 2 yıllık olan var mı?" "Yok" diyoruz, "4 sene". Hayvanları seviyor diye sürekli animal planet seyredip gaza getirmeye çalışıyorum, "Veterinerlik kaç sene?" diyor, "5" diyorum.
"Yok ben şarkıcı olacağım" diyor, baleye verdik 2 ayda sıkıldı ki kendi istedi, ille bale öğreneceğim diye.
Bütün şarkıları ezberliyor, danslar ediyor. O yaşta tabii hepimiz aynını yapardık. Kulağımda walkman bütün gün dolanırdım ben de. O zamanlar teyp-kaset vardı, babam eve teyp almıştı, bende kasete dersleri tekrar okur, kaydederdim. Sonra dinlerdim ve test çözerdim. Bu sayede üniversite sınavını ilk tercihim olan İstanbul Üniversitesi Basın Yayın -Gazetecilik ve Halkla İlişkiler okudum. Herkes kurslara giderdi, ben sadece evde test çözerdim. Çok okuduğum için okuduğumu çabuk anlayıp cevaplamak benim artım oldu.
Fakat bizimki notları matematik en düşük 77 olunca hiç onaylamadığım halde, eve öğretmen getirdik.
Bu kararımızda işin ilmini gençken alsın, matematiği sevsin, öğrensin diye düşündük. Gelen öğretmen haftada 2 saat geliyor, 1 saat konuyu anlatıp, soru çözdürüyor, 20 dk mola veriyor, sonra gene testler. Ama bizim hatun adamı dinlemiyor bulduğu yavru kedileri, kuşları, çiçek böcek muhabbeti yapıyor. Adam "A, öyle mi? Hadi konuya dönelim" diyor. Biz uyarıyoruz tabii adam gittikten sonra , neyse derslere başlayınca ilk sınavı "çok iyi geçti" diyor not 70! Çünkü bir an evvel bitirip bahçeye çıkacak. Tabii aceleden hatalı işaretliyor, defalarca uyarmamıza rağmen matematik sınavı yazmadan, kafadan rakkamları hesaplıyor, tabii hata yapıyor.
Ön-ergenliği dibine kadar yaşayarak her konuşmada onun hakkında es kaza yorum yaparsak "Başladın gene beni gömmeye" diyor. Her konuda en son o laf söylemek istiyor. Bu da kinayeli sözler oluyor. Sinirle fevri hareketler yaparak duruyor. Sonra üzülüyor, ağlıyor. Her seferinde dilimiz döndüğünce anlatıyoruz, "neden" diye soruyor, sebepler anlatılıyor, itiraz geliyor, iğneleyici ve kısık sesle bir laf mevzu bitimi onun söylediği olsun diye gene ondan geliyor.
Kanserli bir hasta olarak onun yaşadığı üzüntüyü anlıyorum, kaybetme korkusunu anlıyorum. Ama ben de kızım için elimden geleni yapıyorum. Hiç "ah-uh" demem, mümkün olduğunca yatmam, onu sık sık öperim, koklarım, hastalığın başında pedagoga bile götürdüm. Arkadaşları her toplandığında götürürüm, arkadaşları eve gelebiliyor, mümkün olduğunca tutarlı davranıyoruz, başta "hayır" demişsek veya baba hayır derse asla "evet" denmez. Baba ne derse aynı şey söylenir, bir şey gizlenmez . Bütün anne-çocuk toplantılarına baston-tekerlekli sandalye ile gidiyorum, taksiyle avm'lerde oyuncakçı, kitapçı geziyoruz. Evde sinema saati yapıp cips yiyip animasyon fimi izliyoruz. Tatilde ayağım tutmamasına rağmen her gün babasıyla beraber havuza girip onunla oynadık. Benim havuzdan çıkmam çok zor olmasına rağmen her gün havuza girdik, kendimi zorla merdivenlere çıkarıyordum, tabii eşim yardım ediyor, bazen garsonlardan yardım alarak beni havuzdan çıkarıyordu.Tabii bu merdivenden çıkarken bacaklarımı merdivene vura vura morarttım. Sırf animasyon şovlarını seyretsin diye zor şer anfi tiyatroya tırmanıyordum.
Bu kadar uğraştığınız zaman bu iğneleyici laflar, tavırlar daha çok can yakıyor. Bazen sesim yükseldiğinde acaip bozuluyor ve "ne dedim ki, bana niye bağırdın" diye küsüyor. Ayy, daha bunun ergenliği var....
Kahrolsun 2 yaş sendromu, ön-ergen sendromu, ergen sendromu!!!!
Yaşasın menepozlu kadın sendromu!!!!
Ablam da ben de ilkokula başlayınca bütün bulaşık işini dönüşümlü yapmaya başladık. Makina falan nerdeee?
Evin tüm temizliği bize aitti. Annem sadece çamaşır ve yemeği yapardı, bize yemek dışında herşeyi öğretti. Bir de manyak titizdi, 4 bezle 2 ayrı kova ile cam silinirdi. Çerçeveler ayrı kovadaki suıyla, iç camın kovası ayrı, önce içten ayrı bezle silinir, dıştan ayrı bezle silinirdi, iç cam bezini dış cama süremezdin. Dış cam da aynı böyle her camda su değiştirilirdi. İlk taşındığımız zaman tüm odalar marley denen bir yer kaplaması ile döşeliydi. Banyo ise eski taşlarla döşeliydi. Bu marleyleri o zaman cif benzeri "vim" diye bir temizlik maddesi ile metal bulaşık teliyle temizlenirdi. Bu vim sıvı değil, pütürlü bir şeydi. Habire "vim"le tellenirdi. Banyo ise arap sabunu ile plastik sert ince kıllı fırçayla temizlenirdi.
Ablamı sabah temizlik yapsın diye öğlenci yazdırırdı. O zaman pimapen diye bir şey yoktu, tahta pencereler vardı. Bu pencerelerin arasında ince bir aralık vardı ve bu aralığa bezin ucunu kıvırıp öyle temizletirdi. Biz cam silerken o da içerden " püf püf" diye sesli sesli üflerdi.
O zaman perde olarak jaluzi denen şimdinin stor perdesine benzer, plastik sert şerit şerit bir perde vardı. O jaluzelerin başı ve sonundan delinmiş, aradan perdeyi açan-kapayan ve kaldırıp-indiren iki ip vardı. O iplerin arasını sildik mi diye parmağını sürerdi.
Çalışmaya başladığım zaman kadın tutup bu mütena görevi devrettim. Fakat bizim hatun kadınları çıldırtıp kaçırttı. Yaşlanınca bu titizlik o kadar sert olmadığından kadınları kaçırtmadı.
Böyle bir annenin kızı olarak temizlikten nefret ettim.
Başak burcu gibi gıcık bir burcun insanı olarak her şeyin yerinde olması, yerinde olmayan şeyi derhal kaldırılıp yerine konması gibi isteklerim var. Tabii istekler-gerçekler zıt oldu.
Mesela plastik kapaklı kutular aldım.. Barbie evi kutusu ayrı, Barbie mobilyaları kutusu ayrı, Barbie bebeklerin kutusu ayrı, bebek elbiseleri kutusu ayrı, bebeklerin ayakkabı-çanta kutusu ayrı, Monster High bebekleri ayrı kutuda, elbise- ayakkabıları ayrı kutuda çünü Monster High bebeklerinin vücut ve ayakları Barbie'lerden daha farklı ölçülerde, dolayısı ile onun kıyafet /ayakkabısı öbürüne olmuyor.
Kitaplar serisine göre sıralı olmalı. Kıyafetler temizse katlanıp dolaba konmalı. Diyeceksiniz ki "sen annenden daha manyaksın". Evet manyağım ama bu işleri bizim İdil yapar mı? ASLAAA.
Periyodik aralıklarla o kutular açılır, her seferinde karman çorman karışmıştır. Kutuları tekrar toplarız. Biz 30 parça koyduysak kutuya, İdoş yarı oynar yarı toplar belki 2-3 eşya atardı kutuya.
Tabii doğduğundan beri evde yatılı kadın var. Emekli olana dek 5.5 yıl bakıcısı vardı, sonraki 1 yıl ben evdeydim. Sonra kanser geldi ve anne neredeyse yatalak olunca gene 2-3 senedir evde yatılı yardımcı var. İlk bakıcısı ben işe başladığımdan 2.5 aylıktan 5.5 yaşına kadar gündüz full ona baktığından İdoş hanımı bebek gibi pohpohladı, yemeğini o yedirdi, her şeyi bakıcı topladı, kaldırdı. Hala hafta da bir gün geldiğinde İdoş'u yediriyor. Diyorum ki "Ya, mümkün olsaydı kızın yerine sen tuvalete gidersin kız yorulmasın diye"
Ablam da diyor ki "Kızım, çocuk doğduğundan beri evde yardımcı var, arkasını o topluyor. Şimdi ki hanım da İdil'in totosunu kaldırmadığından sabrı kalmayıp kendi topluyor.
Kızım yay burcu, kurallardan KAT'İ surette hoşlanmıyor, morali okyanus dalgası modelinde, saniyesinde metrelerce yükseliyor, saniyesinde yerle yeksan oluyor. Babaannesi gibi anında gözyaşları döke döke ağlıyor. Bir şey istediğimizde "1 dk" diyor, 10 dk oluyor hatun yerinden kalkmıyor, "hadi hadi" diye diye içim çıkıyor. Tatilde diye Barbie evini salona kurmasına izin verdim ve en az 2 hafta yerinden kaldırmadan beklettim.
"Hadi toplayalım" dedim, yine kutular boşaltı, ayrıldı, kutulara kondu. Yaşına göre küçük kalan oyuncaklar ihtiyaç sahibi 3 çocuğa yollandı. 2-3 gün sonra Barbie evi bu sefer LPS Miniş evi oldu, salon gene doldu. Sonra "hadi topla" denince toplanıp çalışma masasının üstüne yayıldı. "Kızım okul başlayacak kaldır bu oyuncakları" dememe rağmen hala odada. Kitaplar gardrobun üstünde, yatarken okuyormuş, sonra yatağın yanındaki gardrobun tepesine konuyormuş, yere mi atsaymış yani?
Kurallar ise her daim delinme için potansiyel. Misal, tablet vs günde 2 saat mi dedik, 2 saat bitiyor, bu sefer telefon alınıyor, niye alıyorsun dediğimizde " siz tablete 2 saat dediniz, bu telefon, tablet değil ki" diyor. Telefonu yasak desen her seferinde telefonu saklayarak oynuyor, o yüzden saklamasın diye telefonu da süreli yapıyoruz, bu sefer telefonunun şarşı hep bitik oluyor. Telefon bitiyor mp4 çalar açılıyor, orada yüklediği youtube videolarını izliyor. Yani her yasak itina ile deliniyor.
Okul başında her gün 1.5 saat mola, sonra işlediği dersin tekrarı, sonra test çözme vs. Daha bu plana hiç uyulmadı. Bahaneleri "bugün ders işlemedik, hoca gelmedi, hoca geç geldi, hoca sınavın hangi konulardan olduğunu söylemedi, test çözerken ise bu Morpa testleri bizim konulara uymuyor". Morpa diyelim o derste 10 konu başlığıyla 80 adet testi - bütün yıl için- sadece 2-3 konu başlığında çözdüğü 15-20 test çözüp bak çözdüm diyor. Morpada testler bir sayfada yapılanlar var, tarihe göre sıralanınca yapmadığı tonlarca test çözülmemiş oluyor. Yani her tür kaçamak için itina ile çalışılıyor.
Diyeceksiniz ki bu kadar ders olur mu? Tüm ödevleri okulda teneffüslerde yapıyor. Tekrar yaptım diyor toplam 1 yıllık defter toplam 10-15 sayfa olur mu? Devlet okulu olduğundan sınıflar 50-60 kişi arası, tabii öğretmen her biri ile tek tek uğraşamıyor. Öğrenci eğer okumaya niyetli ise görüyoruz ta ücra köşede yaşayan çocuklar tam puan alıyor, bizim pohpohlanan çocuklar fısss.
Sürekli konuşuyoruz, anlatıyoruz, örnekler veriyoruz ama tabii bizim ön ergen bunları hiç kaale almıyor. "Üniversite 2 yıllık olan var mı?" "Yok" diyoruz, "4 sene". Hayvanları seviyor diye sürekli animal planet seyredip gaza getirmeye çalışıyorum, "Veterinerlik kaç sene?" diyor, "5" diyorum.
"Yok ben şarkıcı olacağım" diyor, baleye verdik 2 ayda sıkıldı ki kendi istedi, ille bale öğreneceğim diye.
Bütün şarkıları ezberliyor, danslar ediyor. O yaşta tabii hepimiz aynını yapardık. Kulağımda walkman bütün gün dolanırdım ben de. O zamanlar teyp-kaset vardı, babam eve teyp almıştı, bende kasete dersleri tekrar okur, kaydederdim. Sonra dinlerdim ve test çözerdim. Bu sayede üniversite sınavını ilk tercihim olan İstanbul Üniversitesi Basın Yayın -Gazetecilik ve Halkla İlişkiler okudum. Herkes kurslara giderdi, ben sadece evde test çözerdim. Çok okuduğum için okuduğumu çabuk anlayıp cevaplamak benim artım oldu.
Fakat bizimki notları matematik en düşük 77 olunca hiç onaylamadığım halde, eve öğretmen getirdik.
Bu kararımızda işin ilmini gençken alsın, matematiği sevsin, öğrensin diye düşündük. Gelen öğretmen haftada 2 saat geliyor, 1 saat konuyu anlatıp, soru çözdürüyor, 20 dk mola veriyor, sonra gene testler. Ama bizim hatun adamı dinlemiyor bulduğu yavru kedileri, kuşları, çiçek böcek muhabbeti yapıyor. Adam "A, öyle mi? Hadi konuya dönelim" diyor. Biz uyarıyoruz tabii adam gittikten sonra , neyse derslere başlayınca ilk sınavı "çok iyi geçti" diyor not 70! Çünkü bir an evvel bitirip bahçeye çıkacak. Tabii aceleden hatalı işaretliyor, defalarca uyarmamıza rağmen matematik sınavı yazmadan, kafadan rakkamları hesaplıyor, tabii hata yapıyor.
Ön-ergenliği dibine kadar yaşayarak her konuşmada onun hakkında es kaza yorum yaparsak "Başladın gene beni gömmeye" diyor. Her konuda en son o laf söylemek istiyor. Bu da kinayeli sözler oluyor. Sinirle fevri hareketler yaparak duruyor. Sonra üzülüyor, ağlıyor. Her seferinde dilimiz döndüğünce anlatıyoruz, "neden" diye soruyor, sebepler anlatılıyor, itiraz geliyor, iğneleyici ve kısık sesle bir laf mevzu bitimi onun söylediği olsun diye gene ondan geliyor.
Kanserli bir hasta olarak onun yaşadığı üzüntüyü anlıyorum, kaybetme korkusunu anlıyorum. Ama ben de kızım için elimden geleni yapıyorum. Hiç "ah-uh" demem, mümkün olduğunca yatmam, onu sık sık öperim, koklarım, hastalığın başında pedagoga bile götürdüm. Arkadaşları her toplandığında götürürüm, arkadaşları eve gelebiliyor, mümkün olduğunca tutarlı davranıyoruz, başta "hayır" demişsek veya baba hayır derse asla "evet" denmez. Baba ne derse aynı şey söylenir, bir şey gizlenmez . Bütün anne-çocuk toplantılarına baston-tekerlekli sandalye ile gidiyorum, taksiyle avm'lerde oyuncakçı, kitapçı geziyoruz. Evde sinema saati yapıp cips yiyip animasyon fimi izliyoruz. Tatilde ayağım tutmamasına rağmen her gün babasıyla beraber havuza girip onunla oynadık. Benim havuzdan çıkmam çok zor olmasına rağmen her gün havuza girdik, kendimi zorla merdivenlere çıkarıyordum, tabii eşim yardım ediyor, bazen garsonlardan yardım alarak beni havuzdan çıkarıyordu.Tabii bu merdivenden çıkarken bacaklarımı merdivene vura vura morarttım. Sırf animasyon şovlarını seyretsin diye zor şer anfi tiyatroya tırmanıyordum.
Bu kadar uğraştığınız zaman bu iğneleyici laflar, tavırlar daha çok can yakıyor. Bazen sesim yükseldiğinde acaip bozuluyor ve "ne dedim ki, bana niye bağırdın" diye küsüyor. Ayy, daha bunun ergenliği var....
Kahrolsun 2 yaş sendromu, ön-ergen sendromu, ergen sendromu!!!!
Yaşasın menepozlu kadın sendromu!!!!
24 Ağustos 2017 Perşembe
18.yıl ve 49. yaş
18. yıllık evlilik.... Kulağa uzun geliyor, 18 yıl çabuk mu geçti? Evet, çok sıkıntılar , sağlık problemleri, çoook yorucu tüp bebek tedavileri , oydu buydu derken bugünden yarına 18 yıl geçti.
Bu sürede çok yorulduk , çok yıprandık ama birbirimizin elini hiç bırakmadık. Derviş her zaman beni yola soktu, yıkılırsam kollarımdan tutup kaldırdı. Gerektiği kadar konuştu, gerektiği kadar sustu. Bu sürede hep ortada buluştuk ve anlaştık. Kemoterapi seansları sırasında hemşirelerden biri "Ayşen Hanım, dışardan çok buyurgan görünüyorsunuz, Semih bey'e soralım, öyle mi Ayşen hanım?" dedi.
Derviş "Yooo, hiç öyle değildir, tam yol adamıdır" diye cevapladı. Hemşire "Nasıl yani?" diye sordu. " Bir şeyi tutturmaz, her yola gelir" dedi ve beni pek mutlu etti.
Bu seneki 18.evlilik yıl dönümüzü ve benim 49.yaş günümü marinada kutladık, şansımıza hava serindi, yağmur yoktu, İdoş'ta bizi rahatsız etmeyince güzeel bir akşam geçirdik. İdoş'un bize rahatsızlık vermesini açayım da yanlış anlaşılmasın. Hanımdudu bir ön ergen olduğundan her şeye muhalif, her şeyde son lafı söyleme peşinde, "Hayır" onun lügatından kalktığından ille kuralları delmek peşinde. Dolayısıyla sinir harpleri için çok yatkın.
Neyse, bu gidişimizde peruk takmamı istedi ama takamadım ama bastonsuz gittim ve normal yürüdüm, mutlu oldu. Evde de pasta kestik. Marinada balkonun aralığına gelen kedi bizi çok güldürdü, iki patisi ile balkon demirine tutunup miyavladı durdu. Aralarda o kadar çok yemek veren oldu ki buna rağmen gözü doymadı.
İşte fotoğraflar
Umarım seneye tamamen kanserden kurtulmuş, saçım çıkmış ve güzel kesilmiş olur....
Bu sürede çok yorulduk , çok yıprandık ama birbirimizin elini hiç bırakmadık. Derviş her zaman beni yola soktu, yıkılırsam kollarımdan tutup kaldırdı. Gerektiği kadar konuştu, gerektiği kadar sustu. Bu sürede hep ortada buluştuk ve anlaştık. Kemoterapi seansları sırasında hemşirelerden biri "Ayşen Hanım, dışardan çok buyurgan görünüyorsunuz, Semih bey'e soralım, öyle mi Ayşen hanım?" dedi.
Derviş "Yooo, hiç öyle değildir, tam yol adamıdır" diye cevapladı. Hemşire "Nasıl yani?" diye sordu. " Bir şeyi tutturmaz, her yola gelir" dedi ve beni pek mutlu etti.
Bu seneki 18.evlilik yıl dönümüzü ve benim 49.yaş günümü marinada kutladık, şansımıza hava serindi, yağmur yoktu, İdoş'ta bizi rahatsız etmeyince güzeel bir akşam geçirdik. İdoş'un bize rahatsızlık vermesini açayım da yanlış anlaşılmasın. Hanımdudu bir ön ergen olduğundan her şeye muhalif, her şeyde son lafı söyleme peşinde, "Hayır" onun lügatından kalktığından ille kuralları delmek peşinde. Dolayısıyla sinir harpleri için çok yatkın.
Neyse, bu gidişimizde peruk takmamı istedi ama takamadım ama bastonsuz gittim ve normal yürüdüm, mutlu oldu. Evde de pasta kestik. Marinada balkonun aralığına gelen kedi bizi çok güldürdü, iki patisi ile balkon demirine tutunup miyavladı durdu. Aralarda o kadar çok yemek veren oldu ki buna rağmen gözü doymadı.
İşte fotoğraflar
Umarım seneye tamamen kanserden kurtulmuş, saçım çıkmış ve güzel kesilmiş olur....