Efendimm, bizim zamanımızda biz ergenlik bilmezdik, kimse de bilmezdi. Sıkıysa annene karşı gel, itiraz et. Annem beş kardeşi verirdi, terlik falan kullanmazdı. Elinin beş parmağıyla okşardı. Bir şey söylerse "1 dk" diyemezdin, "1 dakika yoook, gülyüz deyince- ablam, ayşen deyince son hece bitmeden yanımda biteceksimiz" derdi.
Ablam da ben de ilkokula başlayınca bütün bulaşık işini dönüşümlü yapmaya başladık. Makina falan nerdeee?
Evin tüm temizliği bize aitti. Annem sadece çamaşır ve yemeği yapardı, bize yemek dışında herşeyi öğretti. Bir de manyak titizdi, 4 bezle 2 ayrı kova ile cam silinirdi. Çerçeveler ayrı kovadaki suıyla, iç camın kovası ayrı, önce içten ayrı bezle silinir, dıştan ayrı bezle silinirdi, iç cam bezini dış cama süremezdin. Dış cam da aynı böyle her camda su değiştirilirdi. İlk taşındığımız zaman tüm odalar marley denen bir yer kaplaması ile döşeliydi. Banyo ise eski taşlarla döşeliydi. Bu marleyleri o zaman cif benzeri "vim" diye bir temizlik maddesi ile metal bulaşık teliyle temizlenirdi. Bu vim sıvı değil, pütürlü bir şeydi. Habire "vim"le tellenirdi. Banyo ise arap sabunu ile plastik sert ince kıllı fırçayla temizlenirdi.
Ablamı sabah temizlik yapsın diye öğlenci yazdırırdı. O zaman pimapen diye bir şey yoktu, tahta pencereler vardı. Bu pencerelerin arasında ince bir aralık vardı ve bu aralığa bezin ucunu kıvırıp öyle temizletirdi. Biz cam silerken o da içerden " püf püf" diye sesli sesli üflerdi.
O zaman perde olarak jaluzi denen şimdinin stor perdesine benzer, plastik sert şerit şerit bir perde vardı. O jaluzelerin başı ve sonundan delinmiş, aradan perdeyi açan-kapayan ve kaldırıp-indiren iki ip vardı. O iplerin arasını sildik mi diye parmağını sürerdi.
Çalışmaya başladığım zaman kadın tutup bu mütena görevi devrettim. Fakat bizim hatun kadınları çıldırtıp kaçırttı. Yaşlanınca bu titizlik o kadar sert olmadığından kadınları kaçırtmadı.
Böyle bir annenin kızı olarak temizlikten nefret ettim.
Başak burcu gibi gıcık bir burcun insanı olarak her şeyin yerinde olması, yerinde olmayan şeyi derhal kaldırılıp yerine konması gibi isteklerim var. Tabii istekler-gerçekler zıt oldu.
Mesela plastik kapaklı kutular aldım.. Barbie evi kutusu ayrı, Barbie mobilyaları kutusu ayrı, Barbie bebeklerin kutusu ayrı, bebek elbiseleri kutusu ayrı, bebeklerin ayakkabı-çanta kutusu ayrı, Monster High bebekleri ayrı kutuda, elbise- ayakkabıları ayrı kutuda çünü Monster High bebeklerinin vücut ve ayakları Barbie'lerden daha farklı ölçülerde, dolayısı ile onun kıyafet /ayakkabısı öbürüne olmuyor.
Kitaplar serisine göre sıralı olmalı. Kıyafetler temizse katlanıp dolaba konmalı. Diyeceksiniz ki "sen annenden daha manyaksın". Evet manyağım ama bu işleri bizim İdil yapar mı? ASLAAA.
Periyodik aralıklarla o kutular açılır, her seferinde karman çorman karışmıştır. Kutuları tekrar toplarız. Biz 30 parça koyduysak kutuya, İdoş yarı oynar yarı toplar belki 2-3 eşya atardı kutuya.
Tabii doğduğundan beri evde yatılı kadın var. Emekli olana dek 5.5 yıl bakıcısı vardı, sonraki 1 yıl ben evdeydim. Sonra kanser geldi ve anne neredeyse yatalak olunca gene 2-3 senedir evde yatılı yardımcı var. İlk bakıcısı ben işe başladığımdan 2.5 aylıktan 5.5 yaşına kadar gündüz full ona baktığından İdoş hanımı bebek gibi pohpohladı, yemeğini o yedirdi, her şeyi bakıcı topladı, kaldırdı. Hala hafta da bir gün geldiğinde İdoş'u yediriyor. Diyorum ki "Ya, mümkün olsaydı kızın yerine sen tuvalete gidersin kız yorulmasın diye"
Ablam da diyor ki "Kızım, çocuk doğduğundan beri evde yardımcı var, arkasını o topluyor. Şimdi ki hanım da İdil'in totosunu kaldırmadığından sabrı kalmayıp kendi topluyor.
Kızım yay burcu, kurallardan KAT'İ surette hoşlanmıyor, morali okyanus dalgası modelinde, saniyesinde metrelerce yükseliyor, saniyesinde yerle yeksan oluyor. Babaannesi gibi anında gözyaşları döke döke ağlıyor. Bir şey istediğimizde "1 dk" diyor, 10 dk oluyor hatun yerinden kalkmıyor, "hadi hadi" diye diye içim çıkıyor. Tatilde diye Barbie evini salona kurmasına izin verdim ve en az 2 hafta yerinden kaldırmadan beklettim.
"Hadi toplayalım" dedim, yine kutular boşaltı, ayrıldı, kutulara kondu. Yaşına göre küçük kalan oyuncaklar ihtiyaç sahibi 3 çocuğa yollandı. 2-3 gün sonra Barbie evi bu sefer LPS Miniş evi oldu, salon gene doldu. Sonra "hadi topla" denince toplanıp çalışma masasının üstüne yayıldı. "Kızım okul başlayacak kaldır bu oyuncakları" dememe rağmen hala odada. Kitaplar gardrobun üstünde, yatarken okuyormuş, sonra yatağın yanındaki gardrobun tepesine konuyormuş, yere mi atsaymış yani?
Kurallar ise her daim delinme için potansiyel. Misal, tablet vs günde 2 saat mi dedik, 2 saat bitiyor, bu sefer telefon alınıyor, niye alıyorsun dediğimizde " siz tablete 2 saat dediniz, bu telefon, tablet değil ki" diyor. Telefonu yasak desen her seferinde telefonu saklayarak oynuyor, o yüzden saklamasın diye telefonu da süreli yapıyoruz, bu sefer telefonunun şarşı hep bitik oluyor. Telefon bitiyor mp4 çalar açılıyor, orada yüklediği youtube videolarını izliyor. Yani her yasak itina ile deliniyor.
Okul başında her gün 1.5 saat mola, sonra işlediği dersin tekrarı, sonra test çözme vs. Daha bu plana hiç uyulmadı. Bahaneleri "bugün ders işlemedik, hoca gelmedi, hoca geç geldi, hoca sınavın hangi konulardan olduğunu söylemedi, test çözerken ise bu Morpa testleri bizim konulara uymuyor". Morpa diyelim o derste 10 konu başlığıyla 80 adet testi - bütün yıl için- sadece 2-3 konu başlığında çözdüğü 15-20 test çözüp bak çözdüm diyor. Morpada testler bir sayfada yapılanlar var, tarihe göre sıralanınca yapmadığı tonlarca test çözülmemiş oluyor. Yani her tür kaçamak için itina ile çalışılıyor.
Diyeceksiniz ki bu kadar ders olur mu? Tüm ödevleri okulda teneffüslerde yapıyor. Tekrar yaptım diyor toplam 1 yıllık defter toplam 10-15 sayfa olur mu? Devlet okulu olduğundan sınıflar 50-60 kişi arası, tabii öğretmen her biri ile tek tek uğraşamıyor. Öğrenci eğer okumaya niyetli ise görüyoruz ta ücra köşede yaşayan çocuklar tam puan alıyor, bizim pohpohlanan çocuklar fısss.
Sürekli konuşuyoruz, anlatıyoruz, örnekler veriyoruz ama tabii bizim ön ergen bunları hiç kaale almıyor. "Üniversite 2 yıllık olan var mı?" "Yok" diyoruz, "4 sene". Hayvanları seviyor diye sürekli animal planet seyredip gaza getirmeye çalışıyorum, "Veterinerlik kaç sene?" diyor, "5" diyorum.
"Yok ben şarkıcı olacağım" diyor, baleye verdik 2 ayda sıkıldı ki kendi istedi, ille bale öğreneceğim diye.
Bütün şarkıları ezberliyor, danslar ediyor. O yaşta tabii hepimiz aynını yapardık. Kulağımda walkman bütün gün dolanırdım ben de. O zamanlar teyp-kaset vardı, babam eve teyp almıştı, bende kasete dersleri tekrar okur, kaydederdim. Sonra dinlerdim ve test çözerdim. Bu sayede üniversite sınavını ilk tercihim olan İstanbul Üniversitesi Basın Yayın -Gazetecilik ve Halkla İlişkiler okudum. Herkes kurslara giderdi, ben sadece evde test çözerdim. Çok okuduğum için okuduğumu çabuk anlayıp cevaplamak benim artım oldu.
Fakat bizimki notları matematik en düşük 77 olunca hiç onaylamadığım halde, eve öğretmen getirdik.
Bu kararımızda işin ilmini gençken alsın, matematiği sevsin, öğrensin diye düşündük. Gelen öğretmen haftada 2 saat geliyor, 1 saat konuyu anlatıp, soru çözdürüyor, 20 dk mola veriyor, sonra gene testler. Ama bizim hatun adamı dinlemiyor bulduğu yavru kedileri, kuşları, çiçek böcek muhabbeti yapıyor. Adam "A, öyle mi? Hadi konuya dönelim" diyor. Biz uyarıyoruz tabii adam gittikten sonra , neyse derslere başlayınca ilk sınavı "çok iyi geçti" diyor not 70! Çünkü bir an evvel bitirip bahçeye çıkacak. Tabii aceleden hatalı işaretliyor, defalarca uyarmamıza rağmen matematik sınavı yazmadan, kafadan rakkamları hesaplıyor, tabii hata yapıyor.
Ön-ergenliği dibine kadar yaşayarak her konuşmada onun hakkında es kaza yorum yaparsak "Başladın gene beni gömmeye" diyor. Her konuda en son o laf söylemek istiyor. Bu da kinayeli sözler oluyor. Sinirle fevri hareketler yaparak duruyor. Sonra üzülüyor, ağlıyor. Her seferinde dilimiz döndüğünce anlatıyoruz, "neden" diye soruyor, sebepler anlatılıyor, itiraz geliyor, iğneleyici ve kısık sesle bir laf mevzu bitimi onun söylediği olsun diye gene ondan geliyor.
Kanserli bir hasta olarak onun yaşadığı üzüntüyü anlıyorum, kaybetme korkusunu anlıyorum. Ama ben de kızım için elimden geleni yapıyorum. Hiç "ah-uh" demem, mümkün olduğunca yatmam, onu sık sık öperim, koklarım, hastalığın başında pedagoga bile götürdüm. Arkadaşları her toplandığında götürürüm, arkadaşları eve gelebiliyor, mümkün olduğunca tutarlı davranıyoruz, başta "hayır" demişsek veya baba hayır derse asla "evet" denmez. Baba ne derse aynı şey söylenir, bir şey gizlenmez . Bütün anne-çocuk toplantılarına baston-tekerlekli sandalye ile gidiyorum, taksiyle avm'lerde oyuncakçı, kitapçı geziyoruz. Evde sinema saati yapıp cips yiyip animasyon fimi izliyoruz. Tatilde ayağım tutmamasına rağmen her gün babasıyla beraber havuza girip onunla oynadık. Benim havuzdan çıkmam çok zor olmasına rağmen her gün havuza girdik, kendimi zorla merdivenlere çıkarıyordum, tabii eşim yardım ediyor, bazen garsonlardan yardım alarak beni havuzdan çıkarıyordu.Tabii bu merdivenden çıkarken bacaklarımı merdivene vura vura morarttım. Sırf animasyon şovlarını seyretsin diye zor şer anfi tiyatroya tırmanıyordum.
Bu kadar uğraştığınız zaman bu iğneleyici laflar, tavırlar daha çok can yakıyor. Bazen sesim yükseldiğinde acaip bozuluyor ve "ne dedim ki, bana niye bağırdın" diye küsüyor. Ayy, daha bunun ergenliği var....
Kahrolsun 2 yaş sendromu, ön-ergen sendromu, ergen sendromu!!!!
Yaşasın menepozlu kadın sendromu!!!!